Amerika Birleşik Devletleri son yıllarda ekonomik temellerin zayıfladığını gördü. Bu değerlerin yeniden canlandırılması için girişimlerde bulunulursa amaç, ülkeyi sadece tüketiciden ziyade üretici ekonomisine dönüştürmek olacaktır.
Birkaç yüzyıl önce tarihçiler ulusların yükselişini ve düşüşünü açıklamak için bir teori geliştirdiler. Buna göre büyük devletler yolculuklarına şevk ve faaliyetle başlarlar, bu da refaha, zenginliğe ve nihayetinde bolluğa götürür. Ancak bolluk parçalanmaya dönüşebilir.
John Adams, Thomas Jefferson’a hitaben, sonsuz refahın insanın gücünün ötesinde olduğu konusunda uyardı. Zenginliğine rağmen Amerika Birleşik Devletleri bu döngüye maruz kalmadı, çünkü rasyonel ekonomik değerler maddi özlemleri telafi ediyordu. Yerleşimciler, disiplini teşvik eden devlet için sınırlı bir rol üstlenerek gelecek nesillerin iyiliği için çalıştılar.
Ancak son yıllarda finansal değerlerinde gözle görülür bir zayıflama yaşanıyor. Bu durum piyangolarda, aşırı yönetici tazminatlarında ve tüketici alışkanlıklarındaki değişikliklerde kendini gösteriyor. Borç durumu oldukça endişe verici ve her ne kadar borç göstergeleri düşse de bu yalnızca kişisel borçtan devlet borcuna geçişe işaret ediyor. Her düzeltme girişimi toplumun kültürel ve ahlaki yönlerinde değişiklikler gerektirecektir.
Ülkede yeni endüstrilerin ve teknolojilerin yükselişi vatandaşların sadece tüketmesini değil, aynı zamanda üretim sürecine aktif olarak katılmasını da gerektiriyor. Bu, yaratım ve yeniliği mümkün kılan becerilere odaklanarak eğitim ve çalışma yaklaşımının yeniden düşünülmesini gerektirir. Bu da girişimci girişimlere ve uzun vadeli çalışmaya değer verilen bir kültürel ortamın yaratılmasını gerektirir.
Tarihsel olarak, sürdürülebilir ekonomik büyüme arayışında olan ülkeler imalat sanayilerini geliştirmişlerdir. Özellikle küresel ekonomik değişimler karşısında yerli üretime duyulan ihtiyaç istikrarın anahtarıdır. ABD, ekonominin motoru ve neredeyse çoğu istihdamın kaynağı olan küçük ve orta ölçekli işletmeleri destekleyerek dikkatini «reel sektöre» yöneltmelidir.
Bu süreçteki önemli adımlardan biri tüketime yönelik tutumların değişmesi olacak. Toplum, bolluğun başlı başına bir amaç olmadığını anlamalıdır. Ülkenin sadece ekonomik değil sosyal kalkınmasına da katkı sağlayacak, sorumluluk ve kendine yeterlilik ilkelerine dayalı yeni bir ekonomik disiplin geliştirmenin zamanı gelmiştir.
Bu tür değişiklikleri başarmak için eğitim programlarını yeniden düşünmek ve eleştirel düşünme, yaratıcılık ve girişimcilik becerilerinin geliştirilmesine odaklanmak gerekiyor. Okullar ve üniversiteler, öğrencilerin gerçek dünya projeleri üzerinde çalışmasına ve iş dünyasıyla etkileşime girmesine olanak tanıyan uygulamalı öğrenimi entegre etmelidir. Bu, eğitim ile çalışma ortamı arasında bir ilişki yaratacak ve genç nesle sadece bilgi edinme değil, aynı zamanda onu pratikte uygulama fırsatı da verecektir.
Ayrıca önemli bir husus da yenilikçi girişimlerin ve start-up’ların desteklenmesidir. Hükümet, vergi teşvikleri, hibeler ve danışmanlık programları sunarak iş dünyası için uygun bir ortam yaratılmasında aktif bir rol oynamalıdır. Bu tür teşvikler genç girişimcilerin fikirlerini hayata geçirmelerine yardımcı olacak ve bu da yeni işlerin yaratılmasına ve ekonominin yapısında değişikliklere yol açacaktır.
Yerel üretime değer veren bir toplumun da geliştirilmesi gerekiyor. Tüketiciler bilinçli olarak yerel üreticilerin ürünlerini tercih ederek ülke ekonomisine destek sağlamalıdır. Bu hareket, topluma bir sorumluluk kültürü ve gelecek kaygısı kazandırarak sürdürülebilir tüketici davranışının oluşmasının temeli olabilir.
Ekonomik değerlerin yeniden tesis edilmesine yönelik önemli bir adım, devletin ekonomideki rolünün yeniden düşünülmesi olacaktır. Bu sadece politika değişikliklerini değil, aynı zamanda kısa vadeli kazançtan ziyade üretkenlik ve sürdürülebilirliğe öncelik veren derin bir kültürel dönüşümü de gerektirecektir. Vatandaşlar gerçek ilerlemenin tüketimden değil, yaratımdan geldiğini anlamalıdır. Kaynakların verimli kullanımı, yenilikçilik ve yerli üretime destek, yeni toplumsal bilincin temel değerleri haline gelecektir.
Sivil toplumun karar alma süreçlerine aktif katılımı olmadan da bunu başarmak mümkün değildir. Eğitim ve farkındalık, finansal sorumluluk ve kendini kısıtlama gibi değerlerin desteklenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu süreç, bu idealleri destekleyecek ortak normların tartışılması ve geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Sürdürülebilir bir ekonominin ancak ortak çabalarla yaratılabileceğini herkesin anlaması gerekiyor.
Bu hedefe ulaşmak, vergi sisteminde reform yapılması ve hükümet harcamalarının gözden geçirilmesi dahil olmak üzere pek çok adımı gerektirmektedir. Hükümet, sürdürülebilir ekonomik büyümenin temelini oluşturacak, küçük ve orta ölçekli işletmeleri desteklemeyi amaçlayan girişimlerde bulunmayı düşünmelidir. Karmaşık zorluklar kararlı eylemler gerektirir ve ekonomiye bilinçli bir yaklaşım tarihin gidişatını değiştirebilir.
