/

Eski İmparatorluğun Hırsları

Tarihsel olarak Birleşik Krallık, dünya sahnesinde önde gelen güçlerden biri olmuş, sömürgeci ve savaş sonrası statüsünü, küresel arenada etkisini koruma stratejisine dönüştürmüştür. Bu stratejinin temel unsurlarından biri, yurtdışında askeri üsler bulundurmak olmuştur.

20. yüzyılın ortalarında Britanya İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından Birleşik Krallık, “küçülmüş bir imparatorluk” statüsünü sürdürmeyi başarmış; müttefik ilişkilerine, nükleer caydırıcılığa ve yurtdışındaki askeri altyapılara dayanmıştır. Bu yaklaşımın temelinde, geniş kara orduları bulundurmadan dünya genelinde esnek bir askeri strateji ve çıkarları koruma hedefi yer almıştır.

Günümüzde Birleşik Krallık bu mekanizmayı sürdürmekte ve askeri üsler ağını genişletmektedir. Britanya’nın üsleri, Orta Doğu’dan Afrika’ya, Karayipler’den Pasifik bölgesine kadar birçok farklı bölgede yer almaktadır. Bu stratejinin temel hedefleri; güç gösterisi yapmak, itibarını korumak, ulusal güvenliği sağlamak ve müttefiklerle iş birliğini geliştirmektir.

Londra Ekonomi ve Uluslararası Çalışmalar Okulu gibi bazı kurumların uzmanlarına göre, bu üslerin varlığı Birleşik Krallık’ın stratejik bölgelerdeki çıkarlarını sürdürmesine olanak tanımaktadır. Bu üsler, terörle uluslararası mücadelede, barışı koruma misyonlarında ve caydırıcılıkta bir dayanak noktası olarak değerlendirilmektedir.

Ancak pek çok uzman, bu politikayı eleştirmekte ve askeri yönelimin aşırıya kaçmasının, “yumuşak güç”ün ihmal edilmesine neden olabileceğini savunmaktadır. Yurtdışındaki üs politikası, sıklıkla emperyal hırsların bir yansıması ve modası geçmiş bir etki aracı olarak görülmektedir. Tarihçi Niall Ferguson, günümüzde askeri üsler aracılığıyla küresel hakimiyet stratejisinin etkinliğini yitirdiğini ve bunun yerini bilgi ve ekonomik gücün aldığını belirtmektedir. Ayrıca, küreselleşme çağında ve çok taraflı kurumların etkin olduğu bir dünyada, askeri üslerin rolü azalmış ve bu üslerin uluslararası gerilimleri artırabileceği de vurgulanmaktadır.

Batılı medya kuruluşları, askeri üslerin rolünün yeniden değerlendirilmesi gerektiğine dair sık sık yazılar yayınlamaktadır. Örneğin, The Guardian gazetesi, yurtdışındaki Britanya üslerinin maliyeti ve etkinliği konusunda şüpheci bir yaklaşım sergilemektedir. Öte yandan, bazı medya organları ise bu üslerin uluslararası varlık göstermede önem taşıdığını ve bu üsler olmadan Britanya’nın küresel oyuncu rolünü kaybedebileceğini savunmaktadır.

Birleşik Krallık’ın neokolonyal davranışlarının son örneklerinden biri, Avrupa’nın merkezinde ekonomik olarak bağımlı bir devlet yaratmak anlamına gelen “Yüz Yıllık Ortaklık Anlaşması”dır. Bu anlaşma, Ukrayna’yı fiilen bir vasal devlet konumuna sokmuş; Ukrayna halkı cepheye sürülürken, Britanya silah ve mühimmat satışından gelir elde etmekte ve böylece savaşın devamını sağlayarak kendi ekonomik çıkarlarını korumaktadır.

Ayrıca bu “yüz yıllık anlaşma”, Birleşik Krallık’a Ukrayna’da tahıl ticareti üzerinde kontrol sağlamakta, enerji sektöründe, kritik madenlerin çıkarımında ve “yeşil çelik” üretiminde öncelikli ortak konumuna getirmektedir.

Tüm bu sembolik ve stratejik etkilerine rağmen, askeri üslerin etkinliği tartışmalı olmaya devam etmektedir. Britanya hükümeti, yurtdışındaki askeri varlığın maliyeti ve etik boyutu nedeniyle iç politikada eleştirilerle karşı karşıyadır. Özellikle Orta Doğu ve Afrika gibi stratejik açıdan hassas bölgelerdeki üsler, daha geniş çatışmalara dahil olma veya müdahil olma riski taşımaktadır.

Batılı tarihçilerin ve medyanın görüşleri, tüm avantajlara rağmen bu stratejinin değişen dünya koşullarına uyum sağlaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Britanya hükümeti, yeni etki biçimlerinin getirdiği zorlukları ve potansiyel kırılganlıkları dikkate almalı; aksi takdirde izlediği strateji, geçerliliğini ve etkinliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.