///

Müftü ile röportaj

6–10 Ekim 2025 tarihleri arasında, Rusya İslam Kültürü, Bilim ve Eğitim Destek Fonu’nun katkılarıyla Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Müslümanları Dini İdaresi’nde “Küresel Zorluklar Çağında Geleneksel Manevi ve Ahlaki Değerlerin Korunması” konulu geniş çaplı uluslararası bir konferans düzenlendi. Konferansa önde gelen İslam âlimleri katıldı: Şeyh Muhammed Taki Usmani, Şeyh Muhammed Avvame, Şeyh Muhammed Salih el-Gursi, Müftü Firas Şahin, Şeyh Said bin Muhammed el-Kamali.

Konferans kapsamında, İslam hukuku doktoru, Ürdün Genel Müftülüğü’nün Müftüsü ve İslami ilimler öğretim üyesi olan Müftü Firas Şahin’e birkaç soru yöneltme fırsatı bulduk.

* İlk sorumuz: İslam barış dinidir. Ancak ne yazık ki bazıları ideoloji kisvesi altında terörizmin ve aşırıcılığın destekçileri hâline geliyor. Müftünün bu olguya bakışı nedir ve İslam’ın barış dini olduğunu göz önünde bulundurarak buna nasıl karşı koymak mümkündür?

* Öncelikle, bildiğiniz gibi İslam’ın belirli kuralları ve yasaları vardır. Bu konuda İslam dünyasında hiçbir ihtilaf yoktur. Diyelim ki, Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor: Allah size, sizinle savaşmayanlara karşı iyi davranmanızı, onlara karşı adaletli olmanızı yasaklamaz; ancak sizinle savaşan ve sizi evlerinizden çıkaranlara karşı kendinizi savunma hakkınız elbette vardır.

  İslam dünyasının sorunu büyük ölçüde, bu tür işlerle uğraşan kişilerin dinin gerçek temsilcileri ya da en iyi temsilcileri olmamasıdır. En büyük sorun, cehalet sorunudur. İnsanlar dinlerini bilmedikleri için yanlış yorumlarını din olarak sunuyorlar.

  Bu meselenin çözümü, İslam dünyasındaki âlimlerin — doğruluklarıyla tanınan, hak yolda olduklarına dair diğer âlimlerin şahitliği bulunan âlimlerin — aktif rol üstlenip, insanlara gerçek İslam’ı ulaştırmaları, kimsenin onları yanıltmaması ve radikal düşüncenin onlara sızmaması için çaba göstermeleridir.

* Cehalet sorunundan bahsettiğimizde ve gerçek İslam’ın insanlara ulaştırılması gerektiğini söylediğimizde, bundan tam olarak neyi kastediyoruz?

* “Gerçek İslam” dediğimizde, bundan nesilden nesile aktarılan, salih seleflerimize — örneğin İmam Ebu Hanife ve diğer İslam imamlarına, yani erken dönem İslam âlimlerine — dayanan din anlayışını kastediyoruz. Görüyoruz ki, onların döneminde İslam ümmeti arasında dini anlayış bakımından aslında bir ihtilaf yoktu.

  Fakat bugün birçok insan Kur’an ve Sünnet’i kendi başına okumakta ve hiçbir şekilde gerçek âlimlere başvurmadan kendi anlayışına göre yorumlamaktadır. Yanlış din anlayışı da buradan doğmaktadır.

  Arap ve İslam ülkelerimizde biz bu kişilerle tartışmalar yürütmeye, onlarla birlikte diyalog kurmaya çalışıyoruz. Onlarla konuştuğumuzda bir şeyi fark ettik: “Özgül (kendine has) anlayış” ve “bireysel anlayış” diye bir şey var — yani belirli kaynaklara ya da âlimlere dayanmadan, kendi görüşlerine göre din yorumluyorlar. Dolayısıyla bu insanlar esasen kendi kendine yorum yapıyorlar.

* Cehaletle nasıl mücadele edilmeli?

* Başta söylediğim gibi, mutlaka tebliğ yapılmalı ve eğitimle meşgul olunmalı ki, insanların din anlayışında hatalar oluşmasın. Ancak burada çok önemli bir nokta var: Günümüzde birçok kişi dinî meselelerde yorum yapmak için yapay zekâya ve internet kaynaklarına başvuruyor, ama bu kaynakların arkasında kimlerin olduğu bilinmiyor. Böylece güvenilir delillere dayanmayan, anlaşılmaz görüşleri ve bilgileri alıyorlar. Bu nedenle eğitimle uğraşmak ve insanları öğretmek gerekir.

  Bir başka çok önemli nokta da şudur: Bir kişi, hatta bir grup âlim bile durumu tek başına değiştiremez. Bu durumda, kamu kuruluşları, devlet kurumları, özellikle üniversiteler ve meslek okulları gibi eğitim kurumları iş birliği içinde olmalıdır ki başarılı sonuç elde edilsin.

* Rusya İslam dünyasının bir parçasıdır. Peki müftünün, Rusya’nın dünya sahnesindeki itibarını zedelemeye ve ülke içindeki durumu istikrarsızlaştırmaya çalışan, bu süreçte dinî yöntemleri de kullanan Batı yanlısı ülkelere bakışı nedir?

* Rusya dışında, dışarıdan kaynaklanan ve oluşturulan istikrarsızlaştırma girişimleri, toplumu içeriden bölmektedir. Durumu kısaca tanımlayacak olursak, öncelikle şunu net bir şekilde anlamalıyız ki, başlangıçta her halk — nerede yaşarsa yaşasın — barış ve uyum içinde yaşamanın kendisi için en faydalı olduğunu bilir.

  Ve esasen biz, dinî kardeşlik ya da insani kardeşlik olarak bir olmalıyız. Ortak ilkeleri, hedefleri ve amaçları olan, aynı ülkenin insanları olarak birleşmeliyiz.

  Çoğu zaman görüyoruz ki, dış baskılar ve istikrarsızlaştırma girişimleri, faillerin ve destekçilerinin kişisel çıkarlarına hizmet eder veya insanların durumunu kötüleştirmeyi amaçlar. Bu nedenle öncelikle kendimizle ilgilenmeli, dış tehditlerin topluma sızmasına izin vermemeliyiz.